Bilinçli Kavança Deneyim İster
Yıl 1989. Galleria AVM ve Ataköy Marina işletmeye açılmış. Holiday Inn ve Crown Plaza Otel inşaatları devam ediyor. “İş ortaklıkları ya para çokken ya da yokken bozulur” diye bir kural vardır. Büyük hissedar Hüseyin Bayraktar ATM Ortaklığındaki %34 payını, proje değerinin tepe noktasında satarak çekilmeyi uygun gördü. Hisselerini Emlak Kredi Bankası satın aldı. Hem o güne dek yaptığı öz kaynak yatırımını 3 yıl içinde 20’ye katlayarak geri almış, hem sektörde yeni başlayan gayrimenkul geliştirme sektöründe önemli bir yatırımcı konumuna gelmiş, hem de başarılı olmuş uyumlu ve liderliğini yaptığı deneyimli bir ekibe sahip olmuştu. Hedefi, başta İstanbul olmak üzere Ataköy Turizm Merkezi benzeri örnekleri Türkiye’ye yaymaktı.
Onu izleyerek “kavança” atan hatta “orsa” gitmekten vazgeçen çok oldu. Pek çok iş adamı inşaat, tekstil, ihracat, sanayi gibi sektörlerden çıkıp, Gayrimenkul Geliştirme sektörüne girmeye başladı. Bazıları, inşaat sektöründe hiç deneyimi olmayanlar, Mustafa Süzer gibi, ST-FA gibi inşaat firmaları ile ortaklık yaparak, inşaatçı olup da gayrimenkul geliştirme ve yatırımcılık alanında, hiç deneyimi olmayanlar da bu alanda deneyimli olduğunu düşündükleri kişi ve kuruluşlarla işbirliği ve iş ortaklığı yaparak bu sektöre balıklama atladılar.
Yarışlarda Yeni ve Farklı Bir Tekne: Proje Yönetim A.Ş.
Hüseyin Bayraktar’ın modeli, Hayati Tabanlıoğlu, Esen Bolak, Mehmet Bayraktar, Haluk Doğançay, Reyhan Tınaz gibi projenin kilit isimlerini toplamda %30 hissedar yaparak, bir tür çalışan ortaklığı oluşturmaktı. Hisselerin el değiştirmesini izleyen günlerde, birer birer istifamızı vererek projeye veda ettik. Benim istifam 1 Temmuz’da Marina’yı açtıktan sonra doğum günüm olan 5 Temmuz’a denk geldi. Yaşım 39’du ve kendime vermiş olduğum, “40’ından sonra babam gibi memur olarak çalışmayacağım” sözünü tutup bir işe sahip olmuş ve hayatta koyduğum hedeflerden birine daha ulaşmıştım.
Teknoloji Rüzgarı Bizimle Beraber
68 kuşağı bana göre dünyadaki gelişmelere şaşıran son nesil olmalı. Bu kadar büyük değişikliklere bu kadar kısa süre içinde şahit olabilmek, olağanüstü bir ayrıcalık olmalı. 5 yıllık üniversite yaşamım içinde Aristo sürgülü hesap cetvelinden Facit mekanik hesap makinesine, Texas Instruments’ın pilli hesap makinesinden IBM’in PunchCard Mainframe bilgisayarına kadar 4 farklı teknolojiyle hesap yapabilmeyi öğrenmek başka hangi kuşağa nasip olmuş olabilir?
Şirketi kurduğumuzda, satın aldığımız bilgisayarın ana belleği 184 MB! idi. Henüz Türkiye’ye ithal edilmemişti ve onu ABD’den pamuklara sararak getirmiştik. Ardından aldığımız Houston Instruments’ın 8 kalemli Plotter’ının işleyişi benim için insanı aya bastıran teknoloji kadar sofistike ve şaşırtıcı idi. 1996 yılında aldığım sadece 800 gr. ağırlığındaki Toshiba Mini Notebook’um ile Kanada’da bir otel odasından, şirketin server’ına dial-up modem ile bağlanıp, şirketin o günkü tüm operasyonlarını Notebook’uma replike ederken yaşadığım haz, kısa süre içinde internetin ve kablosuz ağların gelişmesiyle yerini bir başka hayal kırıklığına bıraktı.
Anlayacağınız, hep şaşırdık, hep heyecanla bir sonrasını merak ettik ve hep hayallerimizin gerçekleşmesinin keyfini çıkaramadan bir yeni teknolojiye, bir yeni modele yelken açtık. Belki onun için mobil telefonların gelişmesi ve her an hayal dahi edemeyeceğimiz kadar akıllanması karşısında çoluk, çocuk bir yeni modelini bekler, çıkar çıkmaz elimizde avucumuzda ne varsa, ona yatırmaya kalktık. (*)
(*) Benim kuşağımdan, değerli mühendis, benden 1 yaş büyük olsa bile Galatasaraylı Ağabeyim İnşaat Y. Mühendisi Adnan Erokan, o dönemleri şöyle anlatıyor: “..Bu 40 yıl içinde, kendi hizmet alanımızda teknolojinin büyüleyici gelişimine yakından tanıklık ettik: Rotring ve daha sonra Leroy çizim şablonlarıyla yapılan ve çizim teknikerlerinin aydınger kağıt üzerindeki hataları jiletle kazıyarak düzelttiği günlerden CAD yazılımları ve mürekkepli kalemler ile çizim yapan ilk yazıcılara, ve daha sonra, sırasıyla, dot-matrix, ink-jet ve lazer yazıcılara geldik. Mühendislik hesapları için ya sürgülü cetveller veya dört işlem için FACIT kollu hesap makineleri kullanmak durumundaydık. Elle hesabı zaman alıcı olan karekök ve trigonometrik fonksiyonlar için tablolar içeren kitaplar vardı. Daha sonra, FACIT makinelerinin daha büyük ve gürültülü elektrikli modelleri çıktı, ama çıkmalarıyla kaybolmaları bir oldu çünkü dijital çağ başlamıştı. Sadece dört matematik işlemi yapan, kırmızı göstergeli ilk Texas Instruments hesap makinesi bir mucize idi ve biz o zamanın genç mühendislerinin, sabah erkenden ofise gitmek için sabırsızlanmamıza yol açıyordu. Hemen peşinden, nümerik tuş takımına karekök fonksiyonu ve göz açıp kapayıncaya kadar bir süre içinde de eksponansiyel ve trigonometrik fonksiyonlar eklendi. Sonra, manyetik kartlar üzerinde programlama yapılan efsane hesap makinesi HP65 ve kardeşleri HP25 ve HP15 ile tanıştık. Ve bilgisayarlar. Önceleri, sadece üniversitelerde bulunan oda büyüklüğündeki IBM 360/370 veya UNIVAC 1106/1107 gibi mainframe bilgisayarları kiralayarak kullanıyorduk. Peşinden, siyah zeminde sarı veya yeşil yazı ekranlı ilk masaüstü bilgisayarlar ve hemen peşinden, ilk beyaz yazılı IBM ps2 masaüstü bilgisayarlar geldi. Zaman içinde katod ışınlı tüp (CRT) ekranlar yerlerini LCD ekranlara bıraktı ve bu teknoloji ile birlikte gelişen laptop ve tabletler herkese istediği yerde çalışma özgürlüğünü getirdi. Ve depolama araçları: delgi kartları (punch cards), 8.5”, 5.25”, 3.5” disketler, CD ve DVD ler, harici HDD, flash depolama aygıtları, SSD ve son bulut teknolojisi. Muhteşem yolculuk devam ediyor…”
Yeni Teknemizle ve Yeni Teknolojilerle Kimlerle ve Nasıl Bir Yarışa Giriyoruz?
Genel de inşaat sanayi, pek çok sektörü dolaylı etkileyen stratejik bir iş alanı olarak görülür ve çok partili siyasi hayata geçtiğimiz yıllardan beri ülkemizde büyük gelir ve rantların hızla akümüle ve transfer edilebildiği, spekülasyonlara açık bir oyun alanı olarak kullanılır. Keza, ülkemiz inşaat sektörü, az eğitimli iş gücünün istihdamına katkı sağladığı ve ekonomide kaynağı belirsiz paranın legalize olmasına olanak verdiği için siyasetin bir aracı olarak kullanılır.
Ülkemiz inşaat sektörü, 80’li yıllara kadar 1) Kent Ölçeğinde Yap-Sat ve 2) Yurt Ölçeğinde Kamusal Altyapı Müteahhitliği olmak üzere 2 temel alt-sektörden oluşuyordu. İnşaat taahhüt firmalarımız ağırlıklı olarak 80’li yıllarla birlikte yurt dışında iş yapar hale gelmiş, yurt içinde, bazıları özellikle altyapı alanında kamudan aldıkları ihalelerle finansal güçlerini ve ölçeklerini büyüterek yurt dışına açılabilmiş, bunların peşine bazı büyük ölçekli Yap-Sat’çılar da katılmışlardı.
Evet, her iki alt-sektörde gözlenen evrimin, bünyelerinde taşımaya devam ettikleri “gen”leri nedeniyle, şimdilik birer devrim olduğunu söyleyemiyorduk. Bu genlerden bazıları; basit ticaret kültüründen gelen “Pahalı satarken değil, ucuz alırken kazanılır”, “Bilgi ve deneyim gibi soyut kaynakları değersizleştirmek”, “Her işini kendi yapmak”, “Ana iş kolunu uzmanı olunmayan alanlarla yatay büyütmek” vb. gibi ortak kültürel anlayışlarının içinde gizliydi. İşte tam da bu nedenlerle, ölçeklerini büyüten ve uluslararası alanlarda boy göstermeye başlayan bu kuruluşlarımız, aile odaklı yönetim ve organizasyonel yapılarını geliştiremiyor, verimliliklerini artıramıyor ve uluslararası alanlarda ucuz iş gücüyle elde ettikleri rekabet üstünlüklerini bile kaybeder duruma geliyorlardı.
Yarışlarda IRC Sınıfları Dışında Destek Sınıfı: Teknik Müşavirlik Sektörü
Genelde, inşaat sanayiinin birbirini etkileyen ve tamamlayan bileşenleri arasında tasarım, üretim, mühendislik-teknik müşavirlik sektörleri önemli yer tutar. Taahhüt sektörü, 70’li yıllarda yurt dışına yabancı firmaların ucuz işçilik taşeronu olarak açılmış olsa da tasarım, mühendislik ve bağımsız teknik müşavirlik sektörlerimiz 80’li yıllarda henüz gerek vizyonları ve gerekse ölçekleri itibariyle açılamamış, yabancı meslektaşlarının ölçeği, marka değeri ve organize gücü ile rekabet edebilir durumda değildi. Hele “Proje Yönetimi” kavram ve teknikleri bu kuruluşlarımızın bilgi ve ilgi alanında değildi. Doğrusunu söylemek gerekirse, Proje Yönetimi de, Avrupalı teknik müşavirler ve müteahhitlerin dahi yeni yeni öğrenmeye ve uygulamaya çalıştığı uzmanlık alanlarıydı. 1985 yılında İngiltere’de Urwick Management Center’da aldığım Proje Yönetimi Programına katılan 12 hevesli proje yöneticisi adayının 10’unun ünlü İngiliz müteahhitlik ve müşavirlik şirketlerinden, 1’inin Finlandiyalı ve 1’inin de bir Türk olması bir tesadüf değildir. İngilizler bugün dahi Proje Yönetiminden BIM’e, Yeşil Bina ve Kalite Sertifikasyonlarından Bütünleşik Proje Teslimatı (IPD) Yalın İnşaat (LC) Modellerine kadar birçok alanda ABD’nin ardından Avrupa’da öncülüğü elden bırakmamaktadır.
Destek Sınıfının Dünyada ve Türkiye’de Temsilcileri: FIDIC ve TürkMMMB
Bağımsız Teknik Müşavirlik sektörünün Türkiye’de ancak 1980’lerin başında de FIDIC (Uluslararası Müşavir Mühendisler Federasyonu) üyesi birkaç vizyoner mühendisin girişimiyle bir dernek şeklinde ortaya çıktığını görürüz. Bağımsız teknik müşavirlik faaliyetleri 80’li yıllarda, yabancı şirketler, kamu kuruluşları bünyesindeki inşaat kontrollük birimleri, müteahhit firmalara bağlı yandaş-kardeş şirketler ya da üniversitelerin döner sermaye birimleri tarafından yürütülmekte idi. Mühendislik ve mimarlık, bireysel yetkilere dayalı olarak yapılan mesleki faaliyetler olup, ticari yapılanmalar genelde tek bir mesleki disiplin etrafında, ortalama personel sayısı 3-4’ü geçmeyen bürolardan oluşmakta ve birbirini tamamlayan mülti disipliner kurumsal yapılar nadiren görülmekteydi. Kamu ihaleleri (inşaat, tedarik ve hizmet) için uluslararası standartlarda bir yasa ve yönetmelik yoktu, hala da olduğu söylenemez. Yapı Denetimi özel sektör yapıları için söz konusu bile değildi. Teknik Müşavirlik firmalarının kurumsal bazda görevlendirilmesi için yasal bir zorunluluk yoktu. Denetimsiz ve başıboş ortam nedeniyle hiçbir kurum ve kuruluş bağımsız teknik müşavirlik hizmetlerine ihtiyaç duymamakta ve sektörün sağlıklı gelişmesi ve büyümesi mümkün görülmemekte idi.
Aradan geçen 40 yılı aşkın bir zamanda bu ortamın çok fazla değiştiğini söylemek mümkün değil. Ama biz bu değişimin çok hızlı gerçekleşeceğine inanmış kişiler olarak, mülti-disipliner yapıya öncelikle en çağdaş ve kapsayıcı yönetim tekniği olan “Proje Yönetimi”ni faaliyetlerimizin odağına yerleştirerek yola çıkmaya karar vermiş ve ardından gelen “Fikirden İşletmeye Proje Yönetimi” sloganımızla gayrimenkul geliştirme, tasarım, mühendislik, işletme, bilgi teknolojileri gibi alanlara yatırım yapmayı hedeflemiştik.
Proje Yönetim A.Ş.’nin Kuruluş Yılları: Rüzgar Kolayına ve Hayat Bize Güzel
O hevesle, 19 Temmuz 1989’da şirketin kuruluşunu yaptık. Ortaklar beni Kurucu Genel Müdür olarak görevlendirdiler. Levent’te bir villayı, o dönem Tekfen Ortaklarından Naim Özkazanç’tan ofis olarak kiraladık. Ataköy’deki ekibimizden birkaç arkadaşımızı daha aramıza kattık ve daha şirketi kurmadan önce üstlendiğimiz ilk projemiz olan Taksim’deki meşhur Süzer Plaza Projesi Danışmanlığı işine başladık. Aslında ne tasarımı ve ne de yatırım vizyonu ile bize yakışmayan bir proje idi, ama olsun iş işti.
Hayatımda önce tasarımcı, daha sonra müteahhit kimliklerim geride kalmıştı. Artık, büyük ölçekli ticari gayrimenkul geliştirme işinin içinde ve bu alanda öncü haline gelen bir iş adamı ile ortak olmuştum. Önüm çok açık görünüyordu. Hüseyin Bayraktar, Bakırköy, Kalamış ve Arnavutköy Turizm Merkezi ihalelerini kazanıyor ve hepimiz için yeni bir dönem başlıyordu. Geliştirdiğimiz gayrimenkulleri modern proje yönetimi teknikleriyle hayata geçirecek, başarıdan başarıya koşacaktık.
Vizyonumuz ve Kurumsal Kimliğimize Yansıtılması
Şirketin adı için aramızda çok tartıştık. Proje Yönetimi kavramının tam bilinmediği, hatta “Proje”’nin dilimizde sadece “Tasarım” anlamına geldiği bir dönemde, adeta üzerine gider gibi şirketin adına Proje Yönetim A.Ş. demek, ortakların bilinen markalarına ve iş yapacağımız sektöre atıfta bulunan isimler yerine kullandığımız yöntemi öne çıkarmak ve bunu adeta jenerik marka hale getirmek oldukça riskli görünüyordu. Kuruluş yıllarımızda, topluma Biz Kimiz? Ne İş Yaparız?’ı anlatmak için akla karayı seçtiğimizi hatırlıyorum. Ama başlarken olan bu dezavantajı sonraki yıllarda, bu sektörün ilk, öncü ve en köklü kuruluşu olarak kabul gören bir marka algısıyla önemli bir avantaja çevirdik.

İlk logomuzu, Galleria’nın efsanevi reklam ve tanıtım kampanyalarını yürüten o dönemin en yaratıcı ajanslarından RPM’nin ortaklarından ünlü fotoğrafçı Paul Mc Millen kendi elleriyle hazırladı. Bizden hizmet bedeli de talep etmedi. Logoyu gördüğümüz ilk anda sevdik. Hele bir de nasıl tasarladığını ve nelerden ilham aldığını anlattığında o görsele aşık olduk. Kare içinde 9 kare, onun da içinde onlarca kare şekil, mühendisliğin denge unsurunu oluşturuyordu. 7 rengin karışımından öne çıkan yeşil ve mavinin tonları, çevre, deniz, ufuk ve dinginlik hissi uyandırıyordu. Şirket adındaki harfleri oluşturan dijital pikseller çağdaş teknolojiyi simgelemesinin yanı sıra “Başarının Sırrı Ayrıntıda Gizlidir” mesajını veriyordu. Tasarımın çağdaşlığı, öncülüğü, kalitesi ve teknolojik üstünlüğü ile projelerimizde ihtiyaç ve beklentilerden fazlasını, zamanında, profesyonelce, istenen kalitede ve uygun maliyetler vermeyi vaat ediyorduk. Yurt dışına açılma hedefimizi ise IPM (International Project Management) harfleri yansıtıyordu.
İstemsiz Bir Kavança Geliyor: Hayat Her Zaman Güllük Gülistanlık Değil
Hüseyin Bayraktar ile birlikte Mustafa Süzer’in, inşaatı devam etmekte olan TEM otoyoluna komşu, (Eski Süzer Çiftliği, yeni adıyla Bahçeşehir) arazisini görmeye gitmiştik. Emlak Kredi Bankası, Çiftlik arazisini çiftlik olarak işletmek üzere verdiği kredinin geri ödemesi için Mustafa Süzer’i araziyi satmaya ya da ortak almaya zorluyordu. Tam o sırada İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerini ANAP’tan Bedrettin Dalan kaybetti ve CHP’li Dr. Nurettin Sözen kazandı. Bu gelişme Hüseyin Bey’i yatırım kararlarını gözden geçirmeye zorladı. Turgut Özal oy ve güç kaybetme noktasına gelmişti. CHP’li Belediye, ANAP’ın başlattığı yatırım programlarını izlemeyecek, aksine Merkezi Hükümetin verdiği teşvikli turizm merkezi yatırımlarını, yerel imar mevzuatlarını gerekçe göstererek durduracak gibi görünmekteydi.
Bu dönem, Türkiye’de özel Bankacılık sektörünün yükselişe geçmekte olduğu bir dönemdir. Akın Öngör Garanti’yi, Hüsnü Özyeğin Finansbank’ı Burhan Karaçam Yapı Kredi’yi uçurmaya hazırlanmaktadır. Burhan Karaçam’ın Yapı Kredi’den önce uçurmaya başladığı Egebank ise, Özakat kardeşlerin iç anlaşmazlığı nedeniyle yönetim sıkıntısı yaşamaktadır. Hüseyin Bayraktar, bu fırsatı kaçırmayacak ve gayrimenkul geliştirme sektörüne bir “es” vererek ve 45 milyon USD ödeyerek Egebank’ın yeni sahibi olacaktır. Aslında ödenen bedelin neredeyse tamamının, Egebank’ın eski sahipleri tarafından değeri bilinmeyen, ham arazi ve gayrimenkul portföyü olduğu daha sonradan anlaşılacaktır. Bizim profesyonel ekibimiz, kapalı kapılar ardındaki bu spekülatif değerleme sürecinin içinde yer almadı. Yani Hüseyin Bey, Bankaya sahip olurken hiç bilmediği bankacılık alanında risk almış görünüyordu ama en azından, uzmanlaştığı alanda eline eşdeğer bir teminat geçmişti.
Yeni IBB Başkanı, Hüseyin Bey’in beklentilerini haklı çıkardı. Merkezi Yönetimin aldığı Bakırköy, Kalamış, Arnavutköy Turizm Merkezi kararları iptal edildi. Süzer’in yatırımı UTTM (Uluslararası Taksim Turizm ve Ticaret Merkezi) Projesi de bir nedenle mühürlendi. Süzer’in ST-FA ile ortaklığı bozuldu. Şirketin kuruluşunun 3. Ayında bizim danışmanlık hizmet sözleşmemiz feshedildi. Elimizde zaten başka proje yoktu. Hüseyin Bey de bu alanda yatırım yapmaktan vazgeçmişti. Ofise yaptığımız dekorasyon, donanım ve yazılım maliyetinin yanı sıra 2 yıllık kira yükümlüğümüz vardı. 3 seçeneğimiz kalmıştı. Ya şirketi fesih yoluna gidecek, ya şirketin 3. Şahıslara satacak ya da biz çalışan ortaklar şirketi devralacaktık. İlk seçenek Hüseyin Bey için, 2. Seçenek biz çalışan ortaklar için doğru gelmedi. 3. Seçeneği masaya yatırdık.
Bumbayı Kafamıza Yedik Ama Çabuk Toparlandık
Ben hissemi %55’e, Reyhan %25’ye, Murat %10’a çıkarmak üzere banka kredisi kullandık. Hüseyin Bey şirketin envanterindeki 220.000 USD değerindeki makine ekipmanı benim üzerime yeddi emin olarak kayda geçirip, ayrıldı. Önce 7.000 USD’lik aylık kira bedeli olan Villa-Ofis’ten çıktık. Mal sahibi, 2 yıllık kira sözleşmesine Hüseyin Bey kefil olduğu için bizi biraz uğraştırdı, ama iş yaşamında tek başımıza kaldığımızı anlayınca insafa geldi.
Önemli Bir Ders: Hız Kazanmadan Yön Değiştirilmez!
Pazarlama, kiralama, tanıtım ve işletme modeliyle birlikte Galleria’nın olağanüstü ticari başarısı herkesi Shopping Mall geliştirmeye heveslendirmişti. Galleria sadece ticari başarısıyla değil pazarlama, kiralama, işletme alanındaki başarısıyla da toplum içinde bir efsaneye dönüşmüştü. Hafta sonlarında Anadolu kentlerinden otobüslerle Galleria’ya alışveriş turları düzenleniyor, aldığımız trafik önlemlerine rağmen tüm giriş çıkış yolları tıkanıyor, Hacıhüsrev’li yankesicilere karşı önlem almak üzere bina içinde karakol kuruluyordu.
Tam o günlerde Galleria’dan sonra İstanbul’un ikinci Shopping Mall’u olacak Akmerkez’i geliştirmeye soyunan Viktor Braunştayn bizi ofisine davet etti. Baktık, mimarları ve tüm danışmanları yabancı. Akmerkez’in ShopMix’i için de, “Bir de siz yapın. Beğenirsem paranızı veririm” diyor. Tabii gülüp geçiyoruz. Daha sonraki yıllarda Akmerkez’in Genel Müdürü olan Avi Alkas, bizi Profilo’yu geliştirmek üzere kafa yoran Jak Kamhi’ye tavsiye ediyor. Görüşmemiz hoş bir sohbetten öteye gitmiyor. Şirketin elinde gelir getirici hiçbir iş yok. Bir tek Alkent’in minik ticari merkezi için vermiş olduğumuz 25.000 USD’lik bir danışmanlık teklifimiz var. 1989 yılı Aralık ayının son günü Rahmetli Üzeyir Garih telefon açtı: “Haluk Beyciğim, bu işi dost işi yarı fiyatına yapacaksınız.” Üzeyir Bey’in dostluğunu önemsiyoruz. Nitekim İstanbul Proje Yönetim Derneğini kurduğumuzda Üzeyir Bey bizim en büyük sponsorumuz oluyor. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı yasal düzenlemelerinde birlikte çalışıyoruz. Rotary Derneğimizin toplantılarına severek konuşmacı olarak katılıyor.
Ayni yıllarda Mustafa Aksoy, Mesa ile ortak olarak Anadolu yakasında İstanbul’un 3. AVM’si Capitol’ü geliştirmeye başlıyor. Mustafa Bey’in profesyonel yöneticisi, Galleria’daki çalışma arkadaşlarımızdan Retail Vision kurucusu Kayserili Şükrü Arslanyürek. Mustafa Bey’in daveti ve talebi ile projenin otopark kapasitesini sorguluyoruz. Kendisinin sezgisel olarak söylediğini biz bilimsel olarak teyit ediyoruz. Yetersiz kapasiteyi artırmak için, henüz kazı devam ederken bir bodrum kat daha eklemenin doğru olacağını söylüyoruz. Ortağı Mesa maliyet artışı nedeniyle itiraz ediyor. Mustafa Bey Mesa’nın sektördeki deneyimi ve itibarı nedeniyle itiraz edemiyor. Capitol açıldıktan sonra otoparkın yetersizliğinin ciddi müşteri kaybına neden olduğu ortaya çıkıyor. Komşu Belediye arazisinin altında Capitol’ün kullanımına tahsisli 5 kat kapalı otoparklı bir ilkokul binası inşa etmek zorunda kalıyorlar. Balmumcu’daki Koza İş Merkezinde üst komşumuz olan Mustafa Bey, vizyon sahibi, zeki ve yelken sever bir iş adamıydı. Şirketleri gibi çocuklarını da çok iyi yetiştirdi. Bugün Richmond Otellerinin başında kızı Belgin, Sahibinden.Com gibi bugün değeri milyar dolarlarla ifade edilen bir teknoloji şirketinin başında oğlu Taner ve Capitol’ün başında küçük oğlu Mert var. Mustafa Bey de katamaranı ile dünyayı geziyor.
Denize Eğitimsiz Çıkmanın Sonu Ya Hüsran Ya Facia
İnşaat sektörü Türkiye’de eğitime dayalı bir sektör olmadı hiçbir dönemde. Çünkü riski yoktu. Cumhuriyetin ilk yıllarında Bakkal Vehbi Koç’un yeni Başkent Ankara’da kamu binalarının inşa edilmesi için bir ihtiyacın olduğunu keşfetmesi ve Marsilya’dan kiremit ithal ederek başladığı malzeme ticaretinden müteahhitliğe soyunması ile başlayan bu süreci İstanbul Teknik Üniversitesinde yetişen inşaat mühendisleri ve mimarların STFA, Enka, Tekfen, Tekser vb. adlarıyla mühendislik şirketi olarak kurup kısa sürede müteahhitliğe evrildiği bir başka süreç izledi. Bu şirketlerin bazıları inşaat sektörü dışında başka alanlara da kayarak günümüze kadar ulaşabildiler ama günümüzde hayatiyetini sürdürebilenler, büyük oranda politik desteği arkasına alan, hızlı büyüme ve riskli yüksek kazanç yanlısı, mühendislik eğitimi olmayan bir kesimden çıktı. Bu kişilerin hiçbir pazar bariyeri olmadan ve hiçbir bilgi ve eğitime ihtiyaç duymadan inşaat sektörüne girebilmeleri sonucu, Türkiye’de yarım milyona yakın müteahhit türedi. Bu denetimsiz ve parçalanmış güç, sektörde kurumsallaşmanın önünü tıkadı ve inşaat işinin servet transferi ve vasıfsız işsizliğe en kolay çözüm yolu olarak siyasetin bir aracı haline getirilmesine yol açtı. Her siyasi iktidar, kendi döneminde menfaat ilişkisi ile bağlı olduğu bazılarına denetimsiz kamu ihaleleri vererek, hızla büyümelerine ve güçlenmelerine yol açtı. Kurumsallaşma yerine ilişki temelli bu büyüme, siyasi iktidarların zayıflaması ve iktidardan uzaklaşması ile bu firmaların da yok olmasına neden oldu. 80’li yıllarda Özal iktidarı döneminde Eska, Ceylan, Yüksel, Sadri Şener, Eston, Altek, MNG, Kiska, Nurol vb. firmalar hızla büyürken 2000’li yıllarda Erdoğan iktidarı döneminde bunların çoğu gözden düştü, iflas etti ya da sektörden uzaklaştı. Bu dönemin gözdeleri de Cengiz, Limak, Çalık, Kolin, Sembol, Kalyon, Rönesans, Haldız gibi 80 ve 90’lı yıllarda hiç pazarda olmayan ve bilinmeyen firmalar oldu.
80’li yıllara kadar Türkiye’de Mimarlık ve Mühendislik okullarında daha çok yerel pazarın ihtiyaçlarına hitap eden, çağdaş yönetim ve üretim teknolojilerinden uzak bir eğitim verildiğini gördük. Keza, bu okulların önde gelenlerinden İTÜ’nün, Özal dönemindeki liberal ekonomi düzeni ve yurt dışı ihracata yönelik politikalar sonucu mühendislik ve mimarlık eğitiminde yönetim ve üretim teknoloji kullanımında liderliği İngilizce eğitim veren ODTÜ’ye kaptırdığını da. İTÜ’nün en başarılı öğrencilerinden biriyken İngilizce eksikliğine bağlı uluslararası standartlara ve kaynaklara erişme ve bilgisayar kullanımında nasıl güçlük çektiğimi, inşaat işletmeciliği ve planlama tekniklerini ders olarak dahi görmediğimi hatırlar, hala üzülürüm. Kıskandığım ise, Emek İnşaat’ta şantiye şefi olarak çalıştığım 70’li yılların sonlarında, ODTÜ’de bile kıymeti bilinememiş öğretim üyelerinden Dr. Davit Arditi’ye okulun ana bilgisayarlarında Punch Card tekniği ile Tandoğan’daki MKE Genel Müdürlük Binası inşaatının CPM iş programını yaptırırken, İTÜ’de Master tezimi Facit marka daktilo’da yazmak zorunda kalmış olmamdır. Okulda kullandığım Aristo marka sürgülü hesap cetveli gibi o daktilo da, şimdi anılar koleksiyonumun duygu yüklü birer parçasıdır.
Bilgi ve Deneyime Herkesin İhtiyacı Var
Teknik Müşavirlik sektörü inşaat sektöründeki radikal dönüşümün anahtarı, bir tür mutfağı ya da beyni olarak kabul görür. Yani bu sektör gelişmeden, inşaat sektöründe sürdürülebilir bir gelişmenin mümkün olmayacağı çok açıktır. Aslında gerekli olan, sadece biraz organizasyonel yetenek, biraz finansal mühendislik, daha çok da kamu kafa katmanının manevi desteği ve yaratıcılıktır.
İnşaat ve gayrimenkul sektörünün periyodik olarak yaşadığı durgunlukların, enflasyon-faiz-döviz sarmalıyla birleşerek ülke ekonomisini sürekli düşürdüğü bu durumdan kurtarmak için, artık müteahhitleri teşvik ve kurtarmak yerine öncelikle teknik müşavirlik sektörünü ülke içinde itibarlı hale getirmek ve ölçek ekonomisine uygun halde yurt dışına yönlendirmekten geçtiğini anlamak gerekiyor.