Yelken ve Yaşam Kültürü-5’den devamla…
Yelkenliler Neden Bu Kadar Güzel Görünür?
Bir dostumun ifadesi ile; “……..Yelkenlilerin bu kadar güzel görülmesinin sebebi “akış”ı çok güzel betimlemeleridir. “Akış” nasıl yaşama kendini bir bırakış ise, yelkenlinin de rüzgara kendini “emanet etmesi”dir bu güzelliği yaratan.. Motorluda “bir şeye rağmen” ilerlersin, yelkenlide “bir”likte….”

Yelkenci açısından ise; limandan çıkar çıkmaz, motoru kapatmak, yelkenleri açıp kendini rüzgara emanet etmek, rüzgarın yelkenlerde ve dalgaların teknenin gövdesinde oluşturduğu seslere odaklanmak ve tüm çevreni sadece doğanın çıkardığı seslerle anlamlandırmaktır bu güzelliği pekiştiren.
Motoryatçı versus Yelkenci Kültürü
İtiraf edeyim, motoryat türü deniz araçlarından pek haz etmem. Geçtiğimiz günlerde, Güney’in cennet koylarından biri olan Bedri Rahmi’de konakladım. Hani şu 1974 yılında Halikarnas Balıkçısının başlattığı Mavi Yolculuk sırasında Bedri Rahmi’nin volkanik bir kayaya çizdiği balık figürü ile Azra Erhat’ın yaptığı uçurtma deseninin bulunduğu koy.

Doğa severler, bu koyda insanlar için bazı kurallar koymuş ve bunu adeta insanların gözlerine sokmuşlar. Pareto kuralındaki gibi, bu koydaki teknelerin %20’si motoryat, %80’i yelkenli idi. Ancak, sayısı %20’yi oluşturan motoryatların çıkardığı ses ve gürültü düzeyi ile yarattığı kirlilik ve kural tanımazlığın en az diğer %80’in yarattığı kadar olduğunu söylemeliyim.

Bu %20’lik kesimin, adeta otomobil ehliyeti ile hiç denizcilik eğitimi almadan ve çaba sarf etmeden, en kısa yoldan bir deniz taşıtı kullanmaya kalkan, camcı dükkanına giren fil gibi, dikkatsizce iskeleye bodoslama giren, sintinesini yüzdüğü sulara boşaltmaktan çekinmeyen, botunu ve jetski’sini son sürat kullanıp çevresini rahatsız eden, kıçtan kara olacak tekneler için Belediye’nin sağladığı şamandıraya bağlanmak yerine deniz eko-sistemini allak bullak eden koca demirini deniz tabanına seren, kıyıda koltuk halatını bağlayacağı mapayı aramak yerine en kısa yoldan sahilde boynunu bükmüş duran çam ağacının boynuna kement gibi geçiren, gece yarısı yiyip-içip martılar gibi kontrolsüz kahkahalar atan, deniz üstünde yaşarken kara kültürünü yansıtan mangal partisini ya da oğlak çevirmeyi bir gösteriş sahnesine dönüştüren, motorlarının ve kendilerinin çıkardığı ses seviyesinin bir güç üstünlüğü olduğunu zanneden, teknolojinin ve parasal gücünün verdiği jeneratör, klima vb. olanaklardan salt kişisel konforu için yararlanan ama çevresindekilerin rahatsız olup olmadığını göz ardı edenlerden oluşması bir tesadüf olabilir miydi acaba?
Hiç sanmam. Çünkü böyle bir motoryatçı kültürü var maalesef. Tıpkı, TIR’cı/kamyoncu, motosikletçi (özelde Harley Davidson’cu), bisikletçi, klasik ya da spor araba düşkünü, otomobillerde Mercedes/BMW/Jaguar/Jeep/Arazi aracı düşkünlerinin, ülkelerinin sosyo-ekonomik-kültürel yapılarıyla harmanlayarak geliştirdikleri ve artık kendi kimlikleriyle bütünleşen diğer alt-kültürlerde olduğu gibi.
Yüzen Süpermarketler Dönemi
Motor yatçıların ve tüketim kültürünün bu denli yoğun biçimde bir araya geldiği, ama karadan erişimin şimdilik pek olanaklı olmadığı Göcek koylarını yüzen mağazaları ile ticari hizmet ve perakende sektörünün keşfetmesi zaman almamış doğal olarak.

Pazarın ve hedef kitlenin talebi, büyük süpermarket markalarını bu yönde teşvik etmiş. Migros ve Carrefour gibi dev süpermarket zincirleri, sadece teknelerin değil, kıyılardaki restoranların balık dahil tüm tedarik sürecini üstlenerek, kahraman bakkalların pazarını denizde de ellerinden almış. Kahraman bakkallar ise, köy ekmeği, dondurma, kahve, organik meyve gibi niş ürünlerle süpermarketlere karşı rekabet etmeye ve ayakta kalmaya çalışıyor.
Tekneniz Kaç Feet? Kaç Kamarası Var?
Motoryatçıların dışında hiç yelken açmadan sadece motor kullanmak üzere yelkenli tekne sahibi olanları da unutmamak gerek. Bunların kimlik ve kültürleri biraz daha farklı. Bu grup ilginç bir alt segment oluşturuyor. Bu kişilerin aralarındaki sohbetin teması, yelken boyutları, özellikleri filan değil. Tekne boyu, kamara ve banyo sayısı, baş pervane, klima, jeneratör, su ve buz yapıcı, bulaşık makinesi, uydu haberleşme, TV, AİS, Kevlar direk ve karina kaplama, IoT’li cihazlar, uzaktan güvenlik erişimi vb. olup olmadığı. Bu kitlenin güç gösterisi ve bilek güreşi bu ve benzer özelliklerle yapılıyor.
Göcek’te komşu teknelerden birinin sahibinin, DOB Sanatçısı hanım misafirimize “Siz hangi teknedesiniz? Teknenizin boyu kaç feet?” sorusuna verdiği cevap hepimizi çok güldürdü. “Valla ben feet filan anlamam. Burada bağlı teknelerin en küçüğü!” Aldın cevabını çek git değil mi? Hayır, hala kaşınıyor. “Mutfağın küçüklüğünden çok şikayetçi olmalısınız!” Misafirimin yanıtı kapak gibi oturmuş: “Bunu eşime sormalısınız”.
Yeni gelişen bir başka alt segment ise, “Yüzen-ev” kültürünün temsilcileri. Salon-Salamanje tüm ev konforunu, terasından, mangalına kadar içeren, güçlü motorlarıyla istediği anda istediği koya girip konaklayabilen bu kesimin yaşam kültürünü ve felsefesini henüz ben çözemedim. Bir zamanlar ünlü armatör Kahraman Sadıkoğlu’nun keşfedip moda haline getirdiği bu eğilimin belli bir takipçisi vardır mutlaka. Ama ben bir yerlere oturtamadım.

Burası Türkiye..Buradan Çıkış Yok!
Güney sahillerimizde doğanın içinde, kara yoluyla ulaşımın dahi kısıtlı olduğu koylardaki salaş restoranların bazılarının hedef kitlenin talep ve beklentilerine karşılık veren ürün ve hizmet kalitesi sizi şaşırtabilir. Kıyılarımıza komşu Yunan Adalarındaki ürün çeşitliliği ve fiyat düzeylerini Marmaris’in ücra bir koyunda 19 yıldır, Japon ve Çinli şef istihdam eden ve İstanbul’da dahi yiyemeyeceğiniz kalitede Sushi ve Çin yemekleri sunan bir restoranın fiyat düzeyi ile kıyaslamaya kalkmayın sakın. Üzülürsünüz. 3 kişi 1 ev kirası kadar hesap ödeyip, palamarlarınızı çözüp oradan ayrılırsınız. Ama bağlanma ve palamar hizmeti için bir bedel ödemezsiniz.
Palamar Nazım’ın Yaşam Felsefesi
Restoranın iskelesinde, sabahtan akşama kadar 10 metreden 30 metre boya kadar her türlü motorlu ya da yelkenli teknelere bağlanma hizmeti veren Palamar Nazım, işin felsefesini çözmüş. Günlük nafakasını ağırlıklı motoryatçılardan karşılamasına rağmen, mütevazi yaşam biçimine sahip yelkencilere büyük sevgi ve saygı duyuyor. “Yelkenciler genelde kaliteli insanlar. Beni hiç üzmüyor ve yormuyorlar abi” diyor. “Her şeyden anlıyorlar. Bana yardımcı bile oluyorlar. Benimle dostça, arkadaşça sohbet ediyorlar. Hayatta her şey para değil.”
Denizde Aile Kültürü
Yelkenli yaşam kültüründe tüm ailenin 7’sinden 70’ine birlikte ekip olarak çalışması ve keyifli bir tatil yapmasının mümkün olduğundan bahsetmiştim. Ekincik koyundaki iskeleye yanaşma manevrası bu yaşam tarzına güzel bir örnek.

Tekne iskeleye yanaşıyor. Baba dümende. Eli gaz kolunda. Anne tonoz halatını kıçtan alıp başa götürüyor ve bağlıyor. Çocuklar palamar halatlarını kıyıdaki görevliye ustalıkla fırlatıyor. Hepsi dikkatli, eğitimli ve bilinçli. Önce rüzgar üstü halatı, sonra rüzgar altı halatı. Dede gerekli müdahaleleri yapmak üzere ekibi dikkatle izliyor. Sorumlulukların paylaşıldığı, tam bir ekip ruhu hissediliyor. Ailenin bu iç disiplinine hayran kalmamak elde değil.
Devam edecek…