Edirne’nin Adıyla Bütünleşen Selimiye Camii
Tarihte Traklar ve Hellenistik dönemlerde “Orestias”, Roma-Bizans dönemlerinde İmparator Hadrian’ın adıyla “Adrianapol”, Osmanlı İmparatorluğunun ilk dönemlerinde “Edrune”, ardından “Edirne” olarak anılmaya başlayan Batı’daki sınır kentine olan gezimiz, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultandan olan oğlu II. Selim (Sarı Selim)’in İstanbul’dan önceki unutulmayan eski başkent Edirne’ye olan sevgisini göstermek üzere 80 yaşındaki Mimar Sinan’a ustalık eseri olarak inşa ettirdiği 450 yıllık Selimiye Camiinden başladı. Selimiye Camii aslında, Medresesi, İmarethanesi, Sıbyan Mektebi ve 225 mt. uzunluğunda 124 dükkanlı Arastası ile tam bir külliye.

2021’de başlayıp ve neredeyse yapım süresine eşdeğer yıldır yılan hikayesine dönen restorasyonu nedeniyle iç mekanını son haliyle göremedik ama 10 yıl önceki gezimizde gördüğümüz halini anılarımızda canlandırarak rehberimizin anlattığı hikayelerle oyalandık.
Selimiye artık bir UNESCO Dünya Kültür Mirası. Yapımında 15.000 işçi çalışmış. Mermerleri Marmara adası ve Kavala’dan, mermer sütunları Enez (Ainos) antik kenti kalıntılarından gelmiş. Çinileri devrin ünlü ustaları tarafından İznik’te özel olarak yapılmış. Mahfili II. Selim’in altın ısrarına karşın Sinan’ın iknası sonucu yekpare mermerden işlenmiş. Sinan, dönemin teknolojisiyle inanması güç caminin 31 mt. çapı ve 43 mt. yükseklikteki yekpare kubbesini 8 fil ayağına taşıtarak Ayasofya’nın rekorunu aşmış. Sinan, cami girişine kubbenin tam ortasındaki Hünkar Mahfilinden görünecek şekilde 2 sıra mermer lahitli yolu padişahlara ölümü hatırlatma amaçlı koymuş. Camiye yuvarlak hesap 1000 değil, tam 999 adet anlamlı pencere tasarlayıp apaydınlık bir iç mekan yaratmış.

Eskiden Lale Bahçesi olan arsasını vermekte direnen inatçı sahibi nedeniyle Sinan, bir mermer sütuna endemik bir tür olan “Ters Lale” motifi işlemiş. Her biri yüksekliğine oranla çok zarif duran 3.80 mt. çapında, 71 mt. yüksekliğindeki 3 şerefeli minarelerine içerde birbirleriyle kesişmeyen taş merdivenlerle çıkılacak şekilde bir tasarım dehası göstermiş.



Edirne’de Osmanlı Mimarisinin Doğuşu

Edirne’nin en popüler simgesi haline gelen Selimiye’den önce yapılmış başka eserler de var kuşkusuz. Edirne’nin Osmanlı’nın başkenti olduğu dönemleri pas geçmek olmaz. Edirne İstanbul’un 1453’deki fethinde stratejik öneme sahip bir şehir. Fatih Sultan Mehmed, Rumeli ve Anadolu Hisarları ile Boğaz’ı denizden kontrol ederken Edirne’yi kara tarafındaki karargahı olarak kullanmış.
Fatih’in babası Sultan II. Murat Ergene nehri üzerinde dünyanın en uzun taş köprüsü olan “Uzunköprü”yü Sinan’ın da hocası olan Mimar Muslihiddin’e yaptırmış.

Edirne’de pek çok Osmanlı mimarlık eseri var: Selçuklu döneminden Osmanlı mimarisine geçişin sembolü olan ilk “3 Şerefeli”, 2 şerefeli ama “Baklava” motifli ve tek şerefeli ama “Burma” formuna sahip “Burmalı Camii” var örneğin. Bunun da öncesinde II. Murad’ın babası Çelebi I. Mehmed’in Konyalı Hacı Alaadin’e 1414’de yaptırdığı ve günümüze kadar ulaşan “Kare Planlı” en “Eski” abidevi yapı olan “Ulu Camii” de var görmeye değer örnekler arasında.

Sinan’ın Selimiye’yi inşa etmeden önce Edirne’de yaptığı farklı yapılardan biri, Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamlarından Semiz Ali Paşa adına yaptığı 130 dükkanlı Ali Paşa Çarşısı ise, diğer eseri Sultanın kızı Mihrimah ile evlenen Sadrazam Rüstem Paşa adına yaptığı ve günümüzde otel olarak kullanılan ve restorasyonu Ağa Han Mimarlık ödülü alan 80 odalı görkemli bir Kervansaray. Koca Sinan, kavuşamadığı Mihrimah’a duyduğu masalsı aşkının cezasını Edirnekapı ve Üsküdar’da karşılıklı yaptığı camilerden sonra bir kez daha çekmiş görünüyor😊


Edirne’nin Osmanlı için Önemi
Edirne’nin ilk başkent olduğu yıllarda kullanılan Eski Saray-ı Atik ve başkentin İstanbul’a taşınmasından sonra Fatih S. Mehmed, ardından gelen oğlu II. Beyazıd, Yavuz S. Selim, Kanuni S. Süleyman ve oğlu II. Selim (Sarı) tarafından planlı olarak birkaç yüzyıl boyunca geliştirilerek inşa edilen Yeni Saray-ı Cedide-i Amire’ye ait yapılar bugün maalesef ortada yok. İmparatorluğun Avrupa’ya doğru büyüme politikası nedeniyle 16. Yüzyıla kadar Edirne’ye çok önem verilmesine rağmen İstanbul zaman içinde başkent olarak öne çıkmış ve bu saraydan kalan yapılar yangın, su baskını, deprem gibi nedenlerle bakımsız kalarak harap olmuş ve 19. Yüzyılda cephanelik olarak kullanıldığı Rus-Bulgar savaşları sırasında patlatılarak neredeyse tümüyle yok olmuş.
Edirne’de Selimiye Kadar Önemli: 2. Beyazıd Külliyesi
II. Beyazıd’ın Edirne’ye verdiği önemi gösteren en önemli eser, Tunca Nehri kıyısına Mimar Hayreddin ve/veya Yakup Şah Bin Sultan?’a olağanüstü bir vizyon ile yaptırdığı ve Camisi, Tıp Medresesi, Darüşşifası, Eczahanesi, Mutfak-Fırın-Değirmen-Çamaşırhane-Hamam ve İmarethanesi ile tam bir Külliye. Evliya Çelebi; bu komplekste uygulamalı olarak yetiştirilen erkek ve kadın tabiplerin göz dahil her türlü operasyonu yapabildiğini, Avrupa’da akıl hastalarının içine şeytan girmiş denilerek öldürüldüğü Orta-Çağda bu hastaları su ve müzik sesi ile tedavi edebildiğini söylüyor.

Edirne merkezli Trakya Üniversitesi, bu Tıp Medresesini kendine bir misyon edinmiş ve Uluslararası Rotary 2420. Bölge Organizasyonu ile işbirliği yaparak, o dönemdeki tüm iç işleyişi mankenler ve görsel canlandırmalar ile inanılmaz bir Tıp Müzesi haline getirmiş.

22.000 m2 alana sahip 2. Beyazıd Külliyesi, Deprem Terazisi denilen ve zemindeki oturmaya kadar her türlü yapısal hasarı hemen ölçebilen önlemlere rağmen nehir kıyısında alüvyon üzerinde inşa edildiği için su baskınları ve depremlerden nasibini alarak hasar görmüş ve yüzyıllar içinde sık sık restorasyon geçirmiş.


Külliye’nin merkezinde, kare formunda, sütunsuz ve kemersiz bir yapı üzerine oturtulmuş 22 mt. çapında tek kubbeli, tek minareli bir cami var. Osmanlı cami mimarisinin ilk “Hünkar Mahfili” burada görülüyor. Türk ağaç işçiliğinin en güzel eserlerinden olan geçmeli cami kapıları ise Tunca nehri taşkınlarından zarar görmemesi için Edirne Müzesine kaldırılmış.



Cumhuriyet Döneminde Edirne ve Üniversitenin Kente Katkısı
Trakya Üniversitesi, Türk-Yunan sınırını çizen Meriç Nehrinin öte yakasında olmasına rağmen Lozan Antlaşmasıyla Savaş Tazminatı olarak Türkiye’ye bırakılan Karaağaç Köyündeki abidevi Tren Garını da restore etmiş, önce Rektörlük şimdi de Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kullanıyor. Binanın yanı başında Edirne’den Kars’a kadar yurdu demir ağlarla ören Atatürk’ün kullandığı bir buharlı lokomotif ve vagonu ziyaretçilerini bekliyor.
Bu arada Tarihi Edirne Gar Binasının eski bir destek binası da Üniversite tarafından düzenlenerek görmeye değer muhteşem bir Doğa Tarihi Müzesi olarak hizmet vermeye başlamış. İçinde tarih öncesi çağlardan bu yana bölgede bulunan ilginç hayvan ve bitki türleri sergileniyor.



Balkan Savaşlarında Edirne’nin Rolü
Edirne, Roma döneminden Osmanlı dönemine kadar binlerce yıl çok farklı ırk, dil, din ve kültürlerin birlikte yaşadığı zengin bir yerleşim yeri ve 16. Yüzyılda 150.000 nüfusu ile o dönem İstanbul ile birlikte Avrupa’nın en büyük ve zengin kentlerinden biri olmuş. Bulgar ve Yunan işgallerinden sonra modern Türkiye’nin bir sınır şehri kimliğine kavuşmuş.
Edirne’nin Osmanlı Savunma Politikalarındaki Konumu ve Önemi
Edirne’nin Osmanlı devleti için genişleme politikası bağlamında stratejik önemi, sınırlarını koruma ve savunma konusunda da öne çıkıyor. 19. Yüzyıl sonlarındaki Balkan Savaşlarında Edirne çevresinde bugün pek çoğu harap halde 24 adet Askeri Tabya (Bastion) inşa edilmiş. Bunlardan en önemlisi ve korunmuş halde olanı, 1888 yılında inşa edilen ve Edirne Komutanı Şükrü Paşa’nın destansı bir direniş gösterdiği Hıdırlık Tabyası. İçinde 18 adet topçu odası, bataryalar, asker koğuşları, 120 mt. uzunluğunda bir tünel ve farklı fonksiyonlar içeren dehlizleriyle 2021 yılında aslına uygun şekilde restore edilerek bir Balkan Tarihi Müzesi haline getirilmiş.





Bulgarların Sveti George, Konstantin-Elena Kiliseleri, İtalyanların Katolik ve Yunanlıların Aziz Ionnis Kiliseleri ile Yahudilerin Avrupa’nın 3. en büyük Sinagogu Edirne’de. Yahudi’lerin Edirne’ye İspanya’dan 1492 yılında Sefarad Göçü ile geldikleri biliniyor. Bugün Edirne’de sadece 1 cemaat mensubu yaşadığı için yılda sadece 1 kez dini tören yapılıyor ve sinagog müze olarak hizmet veriyor.
Antik Çağlarda Edirne: Ainos

Edirne Meriç, Tunca, Ergene nehirleriyle bütünleşmiş bir nehir kıyısı kenti.
Ege Deniziyle olan ilişkisi Enez ilçesinde son yıllarda ortaya çıkarılan MÖ. 600 yıllarına tarihlenen Ainos Antik Kenti.


Ainos, Tunca ve Ergene ile birleşip Ege’de denize dökülen Meriç nehrinin alüvyonlarıyla oluşan Dalyan, Taşaltı lagünleri ile doğrudan deniz ve liman bağlantısından uzaklaşması nedeniyle Efes ve Kaunos Antik Kentleri gibi ticari önemini yitirerek tarih sahnesinden çekilmiş.
Edirne’nin MÖ 7.500’lere tarihlenen arkaik, MÖ 2.000’lere tarihlenen ve bölgeye adını veren Traklara uzanan geçmişini göz önüne seren, Selimiye Camisinin hemen yanı başındaki Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesindeki eserlerin pek çoğu Enez’de bulunan Hocaçeşme Höyüğü ile Ainos Antik Kent kalıntılarından derlenerek oluşturulmuş. Müze, fosillerden, Helenistik ve Roma dönemine ait heykellerden Osmanlı dönemine ait etnografik değerde, giyim-kuşam ve sosyal yaşam örneklerinden ahşap, deri ve karton üzerine boya ve cila ile yapılan ve Edirnekari diye tanımlanan eserlere kadar pek çok sanat eserini içeriyor.

Edirne’de Yeme-İçme ve Konaklama
Günümüzde Yunanistan ve Bulgaristan gibi komşu devletlerin halkları eskiden olduğu gibi birbirleriyle ticari, sosyal ve kültürel alışverişini devam ettiriyor. Her yerde Türkçeden çok Yunanca ve Bulgarca tabelalar görüyorsunuz. Bizim sınır ziyaretlerimizde Yunan ve Bulgar esnafının Türkçesi gibi onların Edirne ziyaretlerinde de Yunanca ve Bulgarca geçer akçe.
Edirne’de irili ufaklı 300’ yakın konaklama tesisi var. Rüstempaşa Kervansarayı, Ramada/Wyndham ve RYS Hotel bunlardan sadece birkaçı. Biz RYS Hotel’de kaldık. Markasız bir 4 yıldız otel olmasına rağmen nitelik ve hizmetlerinden çok memnun kaldık. Bir sonbahar gününde, Kakava ve Hıdrellez Şenlikleri, Kırkpınar Güreşleri, Uluslararası Bando ve Ciğer Festivali, Balkan Müzik Festivali gibi etkinlik günleri olmamasına ve Selimiye Camisinin de restorasyon nedeniyle kapalı olmasına rağmen kentteki tüm oteller dolu idi. Demek ki Edirne yerli ve yabancı turistler için çok gözde bir destinasyon.
Edirne’de ne yenir? Nerede yenir? Ne alınır? Nereden alınır? Derseniz, işte size benim deneyimlerim.
Ciğer Tava’yı “Ciğerci Aydın”da, Edirne Köftesini “Köfteci Osman’da yedik😊 Bu arada size bir sır vereyim. Edirne’de satılan ciğere tüm Trakya bölgesinde kesilen danalar yetmiyor ve Ankara-Edirne karayolu üzerinde kurulan mobil bir Soğuk Zincir tedarik sistemi kullanılıyormuş. Ciğer İstanbul’da neden çok pahalı derseniz, nedeni bu😊

İyi bir Ciğer Tava yiyebilmek için, ciğerin yöresel danalardan elde edilmesi, günlük kesim olması, zarının ve sinirlerinin usta ellerde ayıklanması, çok keskin bıçak kullanılarak sanatçı becerisiyle dilimler halinde çok ince kesilmesi, unla karıştırılarak 120 derece kızgın yağda en çok 45 saniyede pişirilmesi, sıcak, taze ve gevrek iken yenilmesi, yanında olmazsa olmazı, altın sarısı kurutulmuş ve kızarmış Karaağaç Acı Biberi ve manda yoğurdundan cacık olması. Ağzınızın suyu aktığına eminim ama Ciğerci Aydın’a gittiğinizde kapıda 1 saat beklemeyi göze alacaksınız😊
Ciğer Edirne’nin sembolü. Dünyanın en büyük 2 Ton ağırlığındaki Ciğer Tavası Edirne’de. 2018 yılında 80 cm. yüksekliğinde, 704 cm çapındaki bu tavada 600 kg. ciğer, 2.5 Ton Ayçiçek yağı, 250 Kg. un, 12 Ton odun ve 3 Ton kömür kullanılarak Tava Ciğeri yapılmış ve bu etkinlik Guinness Rekorlar Kitabına girmiş😊.

Badem Ezmesi ve Kavala Kurabiyesini Keçecizade’den, Edirne Sert/İnatçı Keçi Peyniri, Eski Kaşar, Köy Peyniri ve Peynir Tatlısını ise mandıra ve üretim tesisleri Kırklareli’de bulunan Alkan Süt Ürünlerinden alacaksınız.